Archive for Eylül 2014

ONLARIN GÖZÜNDEN DÜNYA

     Hepimizin hayata bir bakış açısı vardır. Ama çocukların bakışı bambaşkadır. Hiç onların gözüyle baktınız mı dünyaya. Biz büyükler hayatı hep zorlaştırırız. Etrafımıza duvarlar örer sonra da nefes almak için hep bir pencere ararız. Oysa bir çiçek bahçesine benzeyen çocuklar biz yetişkinlerden o kadar farklıdırlar ki… Her yönleriyle ışık saçarlar çevrelerine. Kaybettiğiniz ve bir türlü
bulamadığınız sevgiyi görürsünüz küçücük yüreklerinde. Karmaşık karakterimizi çözmeye çalışırken, onlar bizlere inat iki kelimeyle anlatırlar kendilerini. Kinden, nefretten, menfaatten uzak dünyalarıyla iyiliği gösterirler her birimize. Yağmur taneleri gibidirler. Bir araya geldiklerinde içinizi ferahlatırlar. Ağaçlara, kuşlara, yıldızlara öylesine anlamlar yüklerler ki onlarla birlikte siz de yeniden keşfedersiniz hayatı. Hayatın güzelliğini koruyan böylesine tatlı ve masum varlıkları sevmemek mümkün mü? Ama yine de onların dünyasına girmeyi çoğu zaman reddederiz. Hatta söylediklerini ciddiye almaz, başımızdan gitmeleri için türlü bahaneler uydururuz. Oysaki hayatla ilgili asıl dersi yetişkinler yerine çocuklardan almıyor muyuz? 
    Geçmişinize şöyle bir dönün, çocukluğunuzu hatırlayın. En güzel hatıralarınız o dönemlere ait değil miydi? Kırlarda uçurttuğunuz uçurtmaları, oynadığınız oyunları, koşuşturduğunuz sokağınızı hatırlayın. Hatta dut topladığınız ağacı, cebinize doldurduğunuz bayram şekerlerini hatırlayın. İçinizde hala o günlerden kalma bir çocuk yok mu? Var elbette. Öyleyse sizde çocukların o ışıltılı dünyasına girin ve onların gözüyle bakın hayata. Bu bakıştan korkmayın, çünkü bu bakış masumdur. Sıcacık ve sevgi doludur. Onların penceresinden bakarken yüreğinizde yeni umutlar yeşerecek ve yeniden seveceksiniz hayatı. 
   İçinizdeki çocuğu kaybetmemenizi diliyorum… Hanife ZENGİN
21 Eylül 2014 Pazar

VAZGEÇİLMEZSİN SOSYAL MEDYA!!!

     İnternet kullanıcılarının en fazla vakit geçirdiği mecra hiç şüphe yok ki sosyal medya kanalları. Duygularımızı, düşüncelerimizi, beğenilerimizi ve hatta hayatımızdaki özel anların yer aldığı kareleri bile paylaştığımız sosyal medya, her gün sıklıkla ziyaret ettiğimiz en yakın arkadaşımızdan farksız olmaya başladı. Globalleşen dünyanın en önemli parçası olan teknoloji; hayatımıza hızlı ve anlık iletişimi sağlayan bir sistem getirerek, hepimizi bu sisteme adapte etti. Peki bu sistem bireyler ve kurumlar için vazgeçilmez mi? Bireysel internet kullanıcıları için oldukça keyifli vakit geçirmeyi sağlayan sosyal medya kanalları; bireyin, mevcut ve potansiyel arkadaşlarıyla iletişimini en hızlı ve en ekonomik şekilde sağlayan, bunun yanı sıra dünyadaki gelişmeleri birçok farklı kaynaktan takip edebilme olanağı sunan çok yararlı bir kaynak olarak gö sterilebilir.

   Bireysel kullanıcılar için vakit geçirmek, arkadaşlarıyla iletişimde kalmak, dünyadaki gelişmeleri takip etmek olarak sıralanabilecek sosyal medya avantajları; markalar için oldukça farklı avantajlara sahip. Artık neredeyse yeni bir satış kanalı olarak görülen sosyal medya, markaların müşterileriyle birebir iletişimleri ve satış – pazarlama kampanyaları için bulunmaz nimet. Sosyal medya kanalları ile dünya ülkelerindeki tüm müşterilerinin soru ve isteklerine en hızlı şekilde ulaşabilen markalar, müşteri hizmetleri konusunda daha iyi hizmet verebilmek, reklam kampanyalarını aynı anda ve en hızlı şekilde müşterilerine ulaştırabilmek gibi avantajlara sahip oluyor. Doğru ve planlı bir şekilde yürütülen sosyal medya stratejileri ile markalar, internet dünyasında adından başarılı bir şekilde bahsettirebiliyor. Televizyon ya da açık hava reklamları gibi monolog bir reklam anlayışı yerine, müşterileriyle anlık ve samimi bir iletişim gerçekleştirmeyi sağlayan internet reklamları markalar için vazgeçilmez bir reklam mecrası olmaya başladı. İnternet reklamlarından en fazla verim alınan alan ise soysal medya olduğu için markaların sosyal medya üzerinden gerçekleştirdiği tüm reklam, satış ve pazarlama kampanyaları, marka adına büyük önem taşıyor. Facebook, Twitter, Instagram ve Youtube gibi milyonlarca kullanıcıya sahip sosyal medya kanalları, bireysel iletişimi sağlamak için başlattıkları sistemlerini internet reklamlarıyla harmanladıkları için şu an markalar için vazgeçilmez bir konumdadır. Bireysel kullanıcılara göre sosyal medyada daha fazla avantaja sahip olan markalar, bu avantajı doğru stratejiyle birleştirip internet kullanıcılarının karşısına çıktıklarında markaları için en sadık müşterileri yaratmış olurlar.

   Bu açıdan bireysel kullanıcılara da avantaj sağlayan sosyal medya; kullanıcının müşterisi olduğu markalardan anında haber alması, merak ettiği sorulara hızlıca yanıt bulması ve yapılan yorumlara göre kendi için en uygun olanı tercih etmesi gibi önemli detaylar sunuyor.

   Hayatımızın en önemli parçası haline gelmeye başlayan, hem bireysel hem de kurumsal kullanıcı hesapları için birbirinden güzel avantajlara sahip olan sosyal medya kanallarından vazgeçmek tabi ki mümkündür fakat bu vazgeçiş birçok avantajı da beraberinde götürecektir. İşte bu yüzden hem Türkiye’deki hem de diğer dünya ülkelerindeki bireysel ve kurumsal internet kullanıcıları sosyal medyadan vazgeçemiyor.
20 Eylül 2014 Cumartesi

ELVEDA HALİKARNAS

Pazar sabahı Bodrum'da, Cevat Şakir Kabaağaç'ın heykelinin önünden geçtim.. Hava pusluydu, gökyüzü kurşuniydi, ara sıra yağmur çiseliyordu.


Tatilcilerin giderek terk etmeye başladığı kentte, Halikarnas Balıkçısı yeniden kendi yalnızlığını, kendi iç sürgününü yaşamaya hazırlanıyordu sanki.. Aslında kentin en güzel zamanıydı hazan mevsimi sabahları..

Sürgünler kentinin insana hüzünler aşılayan bu manzarasının içinden geçip giderken, yıllar önce, hepimizin kendi iç sürgünlerine yaptığım yolculuğun kırık-dökük düşüncelerini hatırladım yeniden..Ve hazan mevsimi sabahlarının sorularını:
Siz de ülkenizde yaşarken sürgünde hissediyor musunuz kendinizi?

Mahpus desek değiliz, tutsak sayılmayız, rehineyiz de diyemeyiz. Hücrelere kapatılmadık, demir parmaklıklar yok kapılarda. Ellerimiz kelepçeli, ayaklarımız prangalı değil. Muhafızlar beklemiyor duvar dibinde. Ama yine de özgür değiliz alabildiğince. Sere serpe dolaşırken sokaklarda, yoksunuz bir şeylerden.

Hayatı kucaklayamıyoruz gönlümüzce. Saadetler ve ümitler kırılıp dökülüyor elimiz değdiğinde.

Kendi evlerimizde, kendi bahçelerimizde, kendi caddelerimizde sürgünüz. Birilerinin boynumuza taktığı boyunduruklarla cezalandırılmış gibiyiz.

Mahpus, tutsak, rehine değiliz. Lakin, hayatın sürgünüyüz.

Sürüldük, kendine hükmedecek yüreğimizin mabetlerinden.

Sevgilerimiz sürgünde, aşklarımız sürgünde, dost sohbetleri sürgünde, çocuklarımızın masalları sürgünde,vefalar ve sadakatlar sürgünde. Sürgünde ümitlerimiz.

Birilerinin bize dayattığı hayatları yaşamaya mecburuz. Sınırlarımız çizilmiş çepeçevre, dışına çıkamayız. Daha fazlasını hayal edip düşlemek yasak, yaşadığımız günden öte...

Sürgün şehrin meydanında dolaşırken dokunmaz ellerimiz ellerimize. Şüpheci ve biraz da düşmanızdır birbirimize. Çünkü ebedi dostluklara yasaklıyız. Ezeli düşmanlıklarsa mecburidir. Beyninizde her türlü düşünceyi üretmek helaline karşı, paylaşmak haramdır. Başka ülkelerin insanlarından daha çalışkan ve daha üretken olsanız bile, daha iyi yaşamlara kapalıdır hayal pencereniz.

Hayal bordrolarının asgari ücretleri dikte edilecektir beyninize.

Eloğlu için yılbaşı olan,sizin için yıl sonudur. Başkası için başlayan, sizin için bitendir. Onun için efkâr masalarının sürgünüsünüzdür 31 Aralık akşamlarında.

Tasavvurlarınız yoktur yeni yıla dair. Planlarınız "sürgün"le damgalıdır. Çünkü sizin dışınızdadır kaderinizin dizginlerini elinde tutan eller. Sizi hayat sürgününe mahkum edenler çizecektir ömrünüzün resmini.

Savaşlara sürgün, göçlere sürgün, çetelere sürgün, enflasyonlara sürgün, hüzünlü şarkılara sürgün, kötü haberlere sürgün, kırık aşklara sürgün;çıkmaz sokaklara, fırtınalı okyanuslara, berbat sonbaharlara sürgün bir mahkumiyet fermanıyla geçip gider ömürler.

Oysa ne güzel bir diyardır bu diyar,ne güzel insanlardır bu insanlar sizinle sürgünleri paylaşan.

Şarkı der ki: "Sensiz cennet bile sürgündür bana" Biz nelerden "sensiz"iz düşünsenize!

Hücrelere kapatılmadık, demir parmaklıklar yok kapılarda, ellerimiz kelepçeli, ayaklarımız prangalı değil.. Muhafızlar beklemiyor duvar dibinde. Öyleyse ne duruyoruz?

Çok mu zor bu bulutlu sürgün elinden,saadetlerimizin ve ümitlerimizin güneşli şehirlerine geri dönmek? Yırtıp atmak sürgün fermanlarını?

Öyleyse, haydi, hep birlikte "elveda sürgünler kenti", Elveda Halikarnas..

ALİ KIRCA
18 Eylül 2014 Perşembe

TUHAF GERÇEKLER VE BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR


1 NİSAN ŞAKASININ KÖKENİ NEDİR?

1564 yılında Fransa kralı IX Charles, yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe aldı. Daha önce Avrupada yaygın olan yıl başlangıcı Mart 25 idi. O zamanki iletişim şartlarında IX Charles'in bu kararı fazla yayılamadı. Duyanlar ise protesto amacıyla eski adetlerine devam ettiler.1 Nisan'da partiler düzenlediler. Diğerleri ise onları Nisan aptalları olarak nitelendirdiler.1 Nisan'a bütün aptalların günü adını verdiler. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak partilere davet ettiler, gerçek olmayan haberler ürettiler. Yıllar sonra Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar 1 Nisan gününü kendi kültürlerinin parçası görerek devam ettirdiler. Oradan da bütün dünyaya yayıldı.

İNSANLAR NEDEN İÇKİ KADEHLERİNİ TOKUŞTURUR?

İnsanların beş duyusunu tatmin amacıyla şarap kadehini sofrada çın sesiye tokuşturmak. Şarabın rengi, görme; diliyle tat alma; burunla koklama;eliyle dokurma,ve çın sesiyle işitme. Şarap bütün duyguları tatmin eder anlamını taşır.
MEZARA NEDEN ÇİCEK KOYARIZ?

İlk olarak Mısır Firavunu Tutamkamon'un milattan önce 1346'da öldüğünde mezarının çiçekten taçlarla kaplandığı saptandı. Kuzey Avrupa'da ise milattan önce 2000'li yıllara kadar uzanan bir çok mezarda çiçek izlerine rastlandı.
O tarihlerde mezarlara konulan çiçeklerin güzellikleri ve hoş kokuları nedeniyle iyi ruhları çekme, kötü ruhları kovma gibi bir güce sahip olduklarına inanılıyordu.Sonradan mezarları bitki ve çiçeklerle donatmanın asıl amacı cesedin çürümesinin yaratacağı kötü kokuları önleme oldu. Seyahatlerinizde uzaktan nerede bir servi ağacı topluluğu görürseniz yaklaştığınızda fark edersiniz ki orası mezarlıktır. Mezarlıklara servi ağacı dikmek de aynı amaç içindir.

TERMOSUN İÇİ YAZ MI KIŞ MI?
Tek nedeni vardır, vakum.Yani boşluk. Bir termosta iç içe geçmiş iki kap vardır. Dıştaki metal bir kap olup içteki genellikle bir cam sisedir. İkisinin arasındaki hava ise boşaltılmıştır. Tam olmasa da üreticiler tarafından elde edilebilen tama yakin bir boşluk vardır. Vakumlu bir ortamda hava molekülleri de olmadığından isi iletilemez. Cismin ısısı başlangıçta ne ise o halde kalır. İçerden dışarıya, dışardan içeriye ısı geçişi olmaz. Böylece termosa konan sıvı sıcaksa sıcak, soğuksa soğuk kalır.​


AYRICA;
-Sivrisineğin kulağımıza işkence gibi gelen vızıltı sesi onun saniyede 500 kez kanat çırpması yüzünden oluşur
-İnsanın kalça kemiği betondan daha sağlamdır
-Aşık olduğumuzda beynimiz "phenylethylamine" üretir. Bu kalp atışınızı hızlandırır ve sizi mutlu yapar. Bu kimyasal madde çikolatada da vardır.
-Elma, soğan ve patatesin tadı aynıdır. Fark sadece tamamen kokularından kaynaklanır. Aslında hepsi tatlıdır












16 Eylül 2014 Salı

FACEBOOK'TA BİZ

Blogger tarafından desteklenmektedir.

ARŞİVİMİZ

POPÜLER YAZILAR

- Copyright © basit görüşLER -Metrominimalist- Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan -